Çiğ köfte yiyenlerin buğulu bir o kadar da heyecanlı ve sevindirik hallerini dşünüyorum da, acaba biz insanloğulları doğuştan potansiyel olarak mazoşist miyiz diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Öyle ya, hep mutsuzluklar, cinayetler, dolandırıcılıklar, kavgalar üzerine akıp gitmekte günün gelişen haberleri.
Hani medya diliyle “insan köpeği ısırınca” bir daha lezzetli olyuor haberlerin akışı. Bir taraftan insan köpeği ısıracak, bir taraftan da ısırılıp can yanacak. Belki kan akacak.
Son yarım yüzyılın öykücülüğünün duayenlerinden Selim İleri’de en son “Kırık Deniz Kabukları” adlı kitabında daha çok mutsuzlukları, üzüntüleri, hayal kırıklıklarını, iç çekintilerini ele almış son dönemin eserlerini harmanlayarak.
Ben şahsen sonu kötü biten filmleri de kitapları asevmem. Oysa ki, Selim İleri bu kitabında hep acılar ve bu acıların üzerine ekilen biberlerden bahsetmiş.
Sanki bardağın boş tarafı daha bir cazip insanlara. Eleştirmek, esip gürlemek daha bir doğal.
Öte taraftan bakıyorum da, hayatın kendisi daha çok acılı, ama biz bu acılı çiğ hayatı yaşamaktan zevk almaktayız tıpkı acılı çiğ köfte yiyenlerin sevindirik buğulu ve heyecanlı gözlerindeki yansıma gibi.
Romanlar, filmler, öyküler üzerine bir araştırma yapmak gerek. Bunların yüzde kaçı mutlu sonla bitiyor diye. O kadar büyük masraflar edilen, o kadar çok gündem oluşturan Titanic filmini bile izledim ama beğenemedim. Belki de bu filmi beğenmek işime gelmedi. Ziyan olan umutlar, elinden tutulmayarak iç çekmeye mahkum edilmiş yetenekler, çamura düşmüş altın, okyanusa atılmış bir elmas üzmekte beni herkes gibi derinden. Ama ben sadece üzülmekle kalmıyorum, böylesi acılara, mutsuzluklara gıcık kapıyorum. Hele de bu zalim rastlantılara, kaderin tanımına itiklenen yitiklerin haline üzülüyorum. Tıpkı kendim gibi.
Hani meraklı meraklı olduğu kadar zevzek tipler olur. İkide bir her konuya atlar ve “ya ben, ya ben” derler, fütursuzca öne atarak kendilerini..
Ben de Antonny Hopkins’in oğlu olarak doğmadığım için arabesk takılırım arada bir. Bazen de, altı yedi yaşlarında başkalarının ihmalkarlığı yüzünden merdiven boşluğuna düşüp ölmediğim için se sevindirikçe hayata sarılmaktayım.
Ama yine de elimi uzatıyorum büyüklere, lisan-ı hal ile.
Tutun ey büyükler elimi. (kimse onlar ve nasıl yaratıklarsa artık)
Elimi tutun ki, elini tuttuklarımla kurtarın beni iç çekmekte olduğumuz çoook uzaklardaki adacıktan.
Ben yine diyemiyorum ben diye, hani ben hani ben diye.
Son cümlem, son nefesim her zaman ve daim, “hani biz, hani biz”,
Yoksa her zaman yedikçe çiğ köfteyi, acıları sevenlerden miyiz.
Mutlu pazarlar efendim. Bu pazar biraz acılı olsa da hayat bu işte. Arada bir idare ediverin.
Not:
Bu yazı, www.bilgiagi.net, www.timeturk.com, www.bilgievreni.com, www.kamudanhaber.com, www.siyasalforum.net, www.gercekgazete.web.tr, www.ahmetfidan.com ile, Gerçek Gazete, Balıkesir Demokrat gazetelerinde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz.
Etiketler: pazar yazısı, Yaşam