Daralan Mekanda ve Daralan Zamanda Çocuk ve Gençlik Edebiyatı

Teknolojik ve demografik gelişmelerin bir sonucu olarak Mekan daraldığı gibi, zaman da daralmakta dünyada her geçen gün. İnsanlar önce kırdan kentlerin daralan alanlarına hücum ettiği gibi, adeta kibrit kutusu gibi evlere yığıldılar. Mekansal anlamda bu yığışma, san’ata dair, edebiyata dair içeriğe ve niteliğe dair hemen çoğu şeyi tekdüzeleştirme sürecine sokmuştur.

Öte yandan kentsel alanlardaki daralma, geometrik olarak artan teknolojik gelişmelerin de temel etkisiyle dünyadaki hızlı nüfus artışının da etkisiyle insanlar, sadece mekanı değil, aynı zamanda günün yirmidört saatini de diğer insanlarla paylaşmak zorunda kalmışlardır. Bir nevi, günlük kullanımdaki onlarca yüzlerce teknolojik araç, gereç ve aygıtlar, insanlara zaman kazandırmak yerine zaman tüketen varlıklar halini almıştır.

Bütün bu zaman mekan ve insan bağlamlı gelişmeler, mekan bağlamında mimarideki san’atı ve onun derinliğini yok ederken, zaman bağlamında ve teknolojik bağlamda da kültürel ve edebi derinliği önemli ölçüde yok etmiştir.

Geometrik artışlı Teknolojik gelişme ortamında insanoğluna jenerasyon bağlamında baktığımızda, zaman ilerledikçe her bir jenerasyon (doğum dönemi) yazından / edebiyattan hızla kopuşu getirmiş, uzun uzun romanlar kısalmaya, öyküleşmeye, onlarca sayfa olan öyküler birkaç sayfaya düşmüş, hatta bir sayfalık bir yazı bile yeni jenerasyonun katlanarak okuduğu metinler haline gelmiştir. Son onbeş yılda doğan çocuklarımız ve gençlerimiz böylesi bir dünyayı gerçek ve ideal dünya olarak algılamaya başlamıştır.

İdeal gerçeklikte, san’at ve edebiyatın insanoğlunun yaşamındaki önemi ve gerekliliği ortadayken, ilahi gücün san’atının insanda ve onun eserlerinde tecellisi bir bilinç veya kültür ögesi iken, reel gerçeklikte, twitter veya facebook gibi yaygın sosyal medya sistemleri bir insanın katlanabileceği yazın uzunluğunu 140 karakterle sınırlayarak katlanma katsayısını kronikleştirmeye başlamıştır.

Gençlerimizdeki ve çocuklardaki mekan, zaman, yazın ve içerik algısı başta belirttiğim nedenlerle kökünden değiştiğinden, ilgi katsayısı da her geçen gün düşmektedir. Bu süreçte şu an için yüreğimize su serpen olgu, insanların köylerine geri dönüş süreci, teknoloji yoğun / teknosfer ortamının ve fordist toplum yapısının konjonktürel anlamda bıkkınlık yaratmaya başlamasıdır.

“Televizyon benim arkadaşımsa, kitap kardeşimdir” diyor 4. sınıf öğrencisi Fatih Yiğit EVYAPAN.

Bu cümlenin manayı muhalifinden hareketle, televizyonun ailenin bir parçası haline geldiğini görmekteyiz. Bir taraftan mekansal ölçekli yapı yığılması, bir taraftan evrensel ölçekli demografik yığılma, bir taraftan da teknolojik ölçekli zaman yiyen yeni araç gereçler toplumsal ilişkileri sıkıştırmakta, aynı zamanda da yüzeyselleştirmektedir. Ziplenmiş hayatların daralan mekanın ve zamanın psikozunda san’ata ve edebiyata dair, hal hatır ve hasbihale dair zaman aralıkları her geçen gün gittikçe artan oranda yok olmakta. Bu ortamda, her yeni jenerasyon, eskiye göre, yazın unsurlarını kısaltmakta, sıkıştırmaktadır.

Önceleri hiç sıkılmadan okunan ciltlerce ansiklopedilerin, yüzlerce sayfalı romanların hacmi küçülmekte, 2000 li yıllara kadar bu küçülme süreci devam ederken, 2000 den sonra bu süreç daha da hızlanmakta, bir taraftan da dijitalleşmektedir.

Cep telefonlarının önce dijitalleşmesi, daha sonra akıllanması, masa üstü bilgisayarların dizüstüne, tablete dönüşmesi ile baş döndürücü şekilde hızlanan iletişim, saatlerce yazılan mektupları nostaljik bir gülümseme ikonuna dönüştürmüştür.

Bütün bu hızlı gelişme ve devinimler olağan yazının (edebiyatın) kısalma / sıkışma süreci öncelikle noktalama işaretlerinin azalması, daha sonra cep telefonu mesajlaşmalarındaki sessiz harflerin yok olması, daha sonra, twitter gibi sosyal medya unsurlarındaki karakter kotası ağdalı san’atsal yazınları lüks hale getirmiştir.

Ağdalı san’atsal yazınların, (teşbih ve intak, kinaye, mecaz-ı mürsel san’atı) kapitalist uzanımlı yaşam kalıbında iş, pijama, terlik, televizyon dörtlemine sıkışmış bireylerden oluşan toplumsal yapıyı kısırlaştırmış, bu toplumsal yapıyı oluşturan ailelerdeki reel ölçekli SOHBETLERİ yok etmiş ve “edebler” anlamındaki edebiyatı yok ederken, edebi ATMIŞTIR. San’at, kapitalizme, duygu mantığa evrilmiştir.

Bu süreçlerinin dalga dalga etkisi, her geçen jenerasyonda çocukları, onların algılarını ve ilgilerini ideal ve reel geçeklik cenderesinde açmaza sokmuş, nasıl ki akan suyun en düşük seviyeden yolunu bulduğu gibi, insanoğlunun varsayılan ayarı olan tembellik pisikolojisinin de etkisiyle yeni nesil kolaya kaçarak, duygu yerine mantığı, san’at yerine hızlı sonucu ve yapay düzlemleri tercih etmiştir.

Bu dönemin çocukları ve gençliği bu gün için bu hızlı yaşam kalıbı içinde yazındaki fakirleşmenin gerçekliğini bile fark etmeksizin, yoğuşmuş ortamlarda dijital anlamda evrenselleşmiş uzanımların keyfini sürdüğünü ZANNETMEKTEDİR.

Bu günkü hızın hızlandığı zaman diliminde çocukların ve gençliğin doyumsuzluğu ve hemen her şeyin sonunu bir an önce yaşamak isteme sancıları, reel ilişkilerin yapay ve/veya sanal ilişkilere dönüşmesinden kaynaklanmaktadır.

Çocukların ve gençlerin önündeki rol modeller olan ebeveynler ve öğretmenler / eğitimciler, aynı kapitalist koza içinde benzer davranışları sergilemekte olduğundan, çocuklar gözleriyle görüp kulaklarıyla duydukları reel gerçekliği beyinlerine yerleştirmektedir. Öte yandan MEDYA faktörü, edebiyat ve san’attaki uzaklaşmayı katalizör fonksiyonuyla KRONİK HALE GETİRMEKTEDİR.

Şu an için içinde konuşmakta olduğumuz SEMPOZYUM yel değirmenleriyle savaş etmektir. Benin bu makalem, dijital dünyanın kralının çıplak olduğunu haykırmaktır.

Yapılması gereken ise, gerek eğitimciler olarak gerek ebeveynler olarak bize düşen, köye geri dönüş sürecinin başladığı gibi, kendimizden sonraki jenerasyonların önünde reel ilişki sergilemeye gayret ederek, san’at ve edebiyatın insan yaşamındaki huzur ve mutluluğun kaynağı olduğunu ortaya koymamızdır.

Aynı şekilde yüzeyselleşme ve daralma sürecinde olan san’at ve edebiyata dair değerlerin medya tarafından kapitalizmin acımasız rantlaştırmasına kurban etmeden öneminin vurgulanmasını sağlamaktır. Bu noktada belki de en iyi çözüm, reklam ve program içeriklerinde RTÜK denetimli cezaların uygulanmasında KAMU SPOTU kapsamında yeni jenerasyona veya nesle DEĞER yükleme misyonunun üstlenilmesidir. Bu, hem öncelikli olarak devlet yöneticilerinin öncelikli görevi, hem medyanın etik görevi, hem sivil toplum kuruluşlarının varlık nedeni hem de bireylerin daha zengin bir sosyopsikolojik örgü ortaya çıkarabilmeleri açısından ödevidir.

Sonuç olarak, üstlenilecek bu ödevler veya kamusal misyonlar beklediğimiz / arzuladığımız dünyaya dair yarınlara bir destek olacaktır. Belki Gazzali’ler, Nef’iler, Molier’ler, Lafonten’ler, Akif’ler yetişmese de, José Mario Dö Vasconcelos gibi birileri Şeker Portakalı yerine Limon Ağıcını resmedebilecek zihinlere veya Hoca Nasrettin gibi, göle maya çalmak yerine gölü ısıtmayı deneyecektir.

SONUÇ OLARAK ŞUNLARI DİLE GETİRMEK GEREK:

Şu cümleyi defalarca duymuşuzdur:

“Çocuklar sokağa çıkmıyorlar, sürekli bilgisayar ve televizyon başındalar”.

Bu sözcükleri daha çok duyacağız. Bu davranışa neden olan o kadar faktör var ki, bunların her birisinin kurutulması veya yönlendirilmesi gerçekleştirilirse, çocuklar, reele, kitaba, reele dönmese bile dijitalden okumaya yönelebilecektir. Şimdi bunları kısaca sıralayabiliriz.

  1. En başta, çocukların tüketim aracı olarak görülmemesi,
  2. Bilgisayarın, Televizyonun veya Cep telefonunun sunduğu çevrim içi oyunlara rakip ilgi merkezleri oluşturulmalıdır, oluşturulamaması durumunda edebiyata kültüre ve san’ata yönelik dijital oyunlar, görseller, içerikler hazırlanmalı, ilk ve ortaöğretim kurumlarında duvarlar “soğuk duvarlar” olmaktan kurtalıp, duvarlar mesaj alanları olarak yeniden tasarlanmalıdır.
  3. Ebeveynlerin çocuklarının okumaya yönelik uyarılarında samimi davranmaları, (kendileri de edebiyata ve san’ata zaman ayırmaları gerekir) Samimiyetten uzak uyarı veya yönlendirmenin etkisi sıfıra yakındır.
  4. Medya, çocukları üstten görücü bir içerik hazırlamamalıdır.
  5. Devlet kamu spotu kapsamında çocuk ve gençleri okumaya ve yazmaya yönlendirici audiovisualler hazırlamalıdır.
  6. Makale, şiir, edebi eser yarışmaları artırılıp ödüllerin meblağı yükseltilmeli, devlet bu konuda STK lara özel transfer bütçeleri ayırmalıdır.
  7. Çocuk ve gençliğin edebiyata ısındırılması için REALİZE EDİLEBİLİR programlar düzenlenmelidir.
  8. Bütün programlar samimi bir ekiple hazırlanmalıdır.

Bütün bunları daha da artırabiliriz. Artırılabilir. Ancak bunları yazmaktan sıralamaktan çok daha önemlisi, bunları uygulayacak istenç olmalı ve dahası ne olursa olsun, devlet başta sosyal devlet politikaları olarak yazına kültüre, san’ata özel önem verip daha fazla bütçe ayırmaktan kaçınmamalıdır.

Bu makale / köşe yazım, Üsküdar Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen ve benim de  “Daralan Kentlerde ve Zamanda, Kısalan ve Yüzeyselleşen Edebiyat Ortamında Çocukların ve Gençlerin İdeal Gerçeklik ve Reel Gerçeklik İkileminde Algı ve İlgi Sorunsalı” başlıklı bildiriyle katılmış olduğum, II. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu’nda sunmuş olduğum bildirinin özeti niteliğindedir.

Çocukları okumaya yöneltmek şöyle dursun, edebiyata yöneltmek kaşıkla kuyu kazmaya benziyor malesef.

Aydınlık yarınlar temennisi ile.

Paylaş

Etiketler: , , , , , , , ,