Dünden devam…
III- Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dünya Din İşleri İle Entegrasyonu:
Ülke siyasi yönetimi laik de olsa teorkatik te olsa, o ülkenin sınırları içinde bulunan vatandaşların dini ihtiyaçlarına karşı kayıtsız kal(a)mayacağı bellidir. O halde diyanet işleri nasıl tanımlanmakta, bu tanımda amaç tanıma nasıl ve ne oranda hükmedecektir?
Örneğin, “din” veya “diyanet” olgusu toplumu veya kitleleri yönetmek için bir maşa olarak mı görülmekte; yoksa tarım, sanayi, kültür, ulaşım vb. ihtiyaç ve hizmetler gibi teknik birer ihtiyaç olarak mı görülmektedir? Bu iki bakış kurumun normatif veya pratik tabanını oluşturacaktır.
Hiç şüphe yok ki, devletler dini ve diyaneti sürekli ve düzenli olarak kullanmışlardır. Dinin veya diyanetin kitlelere yönelik bir olgu olmasından dolayı devletin en üst düzey yöneticileri bu kurumu her zaman bizzatihi kendine bağlamıştır.
Ancak tarihten bu güne, devlet yönetim teşkilatının içinde bulunan “şeyhülislamlık” olgusu teknik anlamda din hizmetinin verildiği, yürütüldüğü bir birim olarak görülse de bu siyaset bu mekanizmayı bile kullanarak sipariş edilmiş fetvalar verdirmiştir.
Dünün Şeyhülislamlık makamının bu günün diyanet teşkilatının böylesi siyasal etkiye açık vaziyeti yetmiyormuş gibi, bir yandan da hilafet makamıyla küresel anlamda “din” olgusunun yönetimi ve düzenlenmesi gücünün elinde tutulması bir ülke ve/veya devlet için inanılmaz bir kudrettir. Osmanlı da cihanşumul bir imparatorluk olarak cihanşumul bir dinin hilafet makamının temsilciliği ile bu kudreti asırlardır kullanmıştır.
Burada olandan ziyade olması gereken olguyu vurgulayacak olursak, sipariş üzerine, yani sahibine göre diyanet tarafından verilen fetvaların trajikomikliği ne kadar vahim bir durum ise, yarın (hilafet makamının yeniden gündeme gelmesi ile) küresel anlamda dinsel fetvaların içeriğine müdahale bu durumun binler katı vahim görünümüdür.
O halde, diyanet teknik din hizmeti ve yürütümü misyonuyla yüklenirken, hilafet makamının ise, kıyas ile destekli icma-i ümmet olgusunu yöneten ve siyasal anlamda İSLAMIN TEMSİLİYETİNİ sembolize eden olgu olarak varolması aklın yoludur.
IV- Türkiye’nin Kendine Özgü (nev-i şahsına münhasır) Durumu:
Türkiye Cumhuriyeti her sistem veya yapıda çoğu zaman jeopolitik konumu gereği orta yolu takip etmiş, sistem tercihi noktasında karma sistemi benimsemiştir. Din ve dünya işleri konusunda da ne kadar laik bir devlet olsa bile kendine özgü (alaturka) bir laiklik uygulamasıyla dünya üzerinde tektir.
Zaten öteden beri Din ile Devlet birlikte düşünülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti’nin dini “din-i İslamdır” hükmü anayasadan çıkarılmış olsa bile, halk ve bürokrasi zihninde bu hükmü hiç bir zaman çıkarmamıştır. Bu hüküm sadece ve sadece kanunen çıkarılmıştır. Bu fiili durum da Türkiye için “Alaturka Din-Devlet Yönetimi” anlayışını doğurmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti devleti bir yandan batı tipi laikliği prensip olarak uygularken, dışa açık olan ve dünyevi hükümler getiren İslam Dini’nin sosyal düzenlemelerini dizginlemek için de Başbakanlık’a bağlı Diyanet İşleri Başkanlığını ihdas etmiştir. Yani ülkenin laik bir devlet olması ile bu ülkenin başbakanlığına bağlı bir din kurumunun olması laikliğe uygun görülmektedir. Bu avam tabiriyle Kasımpaşa ve Şişhane örneği bir terkip veya kombinasyon değildir. zira devletin din hizmetinin yürütülmesi elzemdir. Bu da bahsi geçen teşkilat tarafından yürütülmektedir.
Ancak bu teşkilatın iç yapısının üniter devletin ilkelerinde olduğu gibi, Sünni, Hanefi, Maturidi çizgide ve anlayışta yapılanması bilim ve entelektüel çevrelerce eleştirilmektedir. Diyanet teşkilatında diğer mezhep, anlayış ve dinlerin ayrı (bağımsız) birer alt birim olarak düzenlenmesi eşyanın tabiatı gereği olarak görülmektedir. Bu nedenle halihazırdaki hükumet Diyanet İşleri Başkanlığının yapısını batı tipi laiklik ilkesine ters gelmeyecek şekilde reorganize etmeye başlamıştır. Bu yeni reorganizasyon azınlıkların ve/veya alevilerin talep veya beklentilerini tam olarak karşılamasada onların beklentilerinin kısmen de olsa giderildiği bir görünüm taşımaktadır.
Bu günkü yapı zaten “halifelik” olgusundan münezzeh olduğundan dolayı kurumun (diyanetin) üzerindeki siyasal etki ve/veya baskı makus bir kader olarak süregelmiştir. Müstakbel diyanet teşkilat yapılanması siyasetin teşkilat üzerindeki etkinin azaltılmasından ziyade daha fazla siyasallaşma eğilimine girmesi kaygı verici bir durumdur.
SONUÇ:
Öncelikle, diyanet teşkilatının başı olan diyanet işleri başkanlığındaki atama ve/veya istifa polemiği öteden beri varolagelen bastırılmış devinimin patlama noktası olacaktır. Yani bu tarihten itibaren diyanetin bir çok noktada açılım kapsamında olması kaçınılmazdır. Bu açılımın bir kısım şer güçlerin menfur emellerine alet olacak şekilde saçılıma dönüşmesi durumuna karşı konunun takipçisi olacağımızı bildirmek isteriz. Ancak her açılıma karşı refleks hareketler veya paranoyak muhalefet anlayışı içine girmenin de son derece sakil kalacağını da belirtmeliyiz.
Diyanet işleri başkanının görev süresinin 5 yıla düşürülmesi siyasi iktidar değişim süresine yaklaştırılmasının olumlu veya olmusuz etkileri bulunsa da, kuruma çöreklenmiş liderlerin (başkanların) feodal uygulamalarının sürekliliğinin önünü kesecek olması olumlu bir durumdur.
Türkiyede var olan laiklik ve din hizmetlerinin kendine özgü (alaturka) yapısı tarihsel süreçteki şeyhülislamlık ve hilafet makamlarının aynı coğrafyadaki uyumlu birlikteliğinin günümüz şartlarına uyarlanması bir çok noktadan özel olarak işlenmesi gereken bir olgudur.
Hilafet olgusunu ve Dünyadaki diğer islam toplumları üzerindeki etkisini, bu meyanda icma-i ümmet müessesesini daha sonraki bir yazımda işlemek ümidi ile.
Not:
Bu yazı, https://www.bilgiagi.net, https://www.bilgievreni.com, https://www.gazetecanik.com, https://www.kamudanhaber.com, https://www.siyasalforum.net, https://www.ahmetfidan.com ile, Gazete Canik vb. kağıt bası gazetelerde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz.
Etiketler: din dinayet, Toplum