Siyasal partiler bulunduğu toplumun tam olarak aynasıdır. Modern ve egemen iletişim ortamında bütün dünyadaki insanlar gibi halkımız da üzümün birbirine bakarak kararması gibi koro halinde birbirine benzeşmektedirler.

Özgürlükçü hükümleriyle bilinen 1961 Anayasası, siyasal partiler için şu ifadeyi kullanmıştır. “Siyasal patiler ister iktidarda ister muhalefette olsun demokratik ve siyasal hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır” Burada partilerin vazgeçilmez olması için iktidarda veya muhalefette olmasının hiçbir farkı yoktur anlayışı vardır. Oysa ki bu anlayışı 1982 Anayasasında görmemiz mümkün değildir.
1982 Anayasasının 68. maddenin ikinci fıkrasında ise bu tanım “Siyasi partiler demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır” şeklinde yer almıştır. Yani muhalefette olmanın vazgeçilmez olduğu belirginleştirilmemiştir.

Siyasal partiler son 15 yıla yakın ciddi derecede parçalanmış ve sayıları artmıştır. Bu durum doğal olarak sandığa ve parlamentoya yansımıştır. Burada anormal olan partilerin irili ufaklı sayılarının artması ve bölünmesi değildir. Hatta parti sayısındaki artış demokrasinin en doğal ve gerekli görüntüsüdür.

Burada normal olmayan ve istenmeyen durum partilerin parlamentoya % 10 barajına rağmen fazla sayıda girmeleri ve güçlü hükümet çıkarılmasının imkansızlığıdır. Parlamentoya çok fazla partinin yansıması ise Türk siyasal kültüründe var olan eleştiriye kapalılık veya tahammülsüzlük veya otoriter yapı neticesi birbirinin fikrini ve politikasını kabullenememe veya ortak fikir etrafında birleşememe sonucu istikrarsızlığı doğurmaktadır.

Batı demokrasilerinde belki on veya yüzlerce parti vardır fakat esas çekişme temelde iki parti arasında gerçekleşmektedir. Ya da yine bu ülkelerdeki irili ufaklı siyasal partiler kurdukları hükümetleri başarıyla sürdürebilmektedirler siyasal altyapıları gereği.

Bizde ise daha yeni yeni büyük partiler homojenleşme yani türdeşleşme sürecine girmişlerdir. Yani halk tabiriyle siyasal partiler esas olarak birbirinden fazla da farkı olmamaya başlamıştır. Bu temelde olumlu sonuçlar doğurmaktadır. Küreselleşme sürecinin kitle partisi hüviyetindeki büyük siyasal partileri ütülemesiyle radikal söylevler, marjinal ideolojiler yerini demokrasi ve toleransa bırakmaktadır.

Örneğin Türkiye’de CHP nin Sosyal demokrasi hareketine Emperyalizmin uzantısı olan bir kurumun adeta temsilcisi olan Kemal DERVİŞ ile destek sağlanması ile sosyal demokrasi yerini liberal demokrasiye bırakmış, aynı şekilde yıllardır bildiğimiz “klasik sol” da milliyetçi ve muhafazakar değerlerin bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ağırlık kazanmasıyla yerini “ulusal/milliyetçi sol” a bırakmıştır. Diğer taraftan milliyetçi kesim ise hükümette, çoğu global nitelikli ulusallığa aykırı kararların altına imza atmışlardır. Aynı şekilde öteden beri “siyasal İslamcı parti/partiler de politik söylemlerini temelde değiştirerek, liberalizme, küreselleşmeye doğru yöneltmişler ve bu gün itibarıyla egemen kültür nezdinde hizaya gelmişlerdir.

Bütün bu argümanlardan da görebileceğimiz gibi “büyük” partilerin temelde hepsi aşağı yukarı “milliyetçi, muhafazakar, liberal, demokrat” bir kimliğe bürünmüştür. Bu durumda hükümetler değişse de ülkenin temel politikaları ana mecrasından radikal bir şekilde sapma ihtimali neredeyse tamamen kalkmıştır. Artık hükümetlerin değişmesi tam olarak söylenemese de kişi ya da ekibin değişmesinden başka bir şeyi değiştirmemektedir.

Bu homojenleşme süreci aslında hoşgörü, uzlaşma, bir hayat tarzı olarak demokrasi ve demokratlığı beraberinde getirmektedir. Belki bu yıl ve önümüzdeki yıllarda tam olarak görülemese de yakın gelecek insanların veya kitlelerin birbirlerine karşı daha da anlayışlı hale geleceğini görebiliriz. Önümüzdeki yıllar daha çok bilgi ve ekonomi savaşımların tanığı olacaktır.

Bilinçli yarınlar dileğiyle.

Paylaş

Etiketler: