Ben bir çınarım Yalova yolunda,
Önümden akar gider insanlar,
Kimi otobüs camından bakar bana,
Kimiyse el sallar derin hıçkırıklarla.
“Turgut Bey, günaydın!…” dedim ama, bu sefer pas geçti. Turgut Bey İlaç Mümessilidir. İstanbul’a mal almaya gider, sabahın ilk ışıklarında karşılaşırız hep onunla. Her sabah İzmir’den çok erkenden kalkar günün ilk ışıklarıyla bana merhaba derdi oysa. Bu sabah on dakika geç kalmış olacak ki, otomobilinin torpido üstü güneşliğinin altından sabah güneşinin gözlerini delen turuncu ışıklarından korunurken unutuverdi beni. “Güle güle Turgut Bey, rast gele, uğurlar ola!“.
Turgut Bey her sabah Bursa çıkışında İmam Aslan tesislerinde kahvaltısını yapar, neskafesini alır eline, yerleştirir hundai marka otomobilinin bardaklığına, on dakikada bir yudum çeker, son yudumunu beni görünce bitirirdi hep. Yalovayı görünce İstanbul’a gelmiş sayar ya insanlar hep. İşte o da Yalovaya benim ve yanımdaki diğer çınar arkadaşın gövdeleri arasından bakar, bir solukta varacağım şimdi dediği Şehristanbula.
Kamyon şoförü Remzi Baba geçti biraz önce, Muğladan kopup gelmiş, Bursa’da bastırmıştı uykusunu ve günün ilk ışıklarıyla dayamıştı göbeğini kararmış elleriyle tuttuğu direksiyonun ucuna.
Remzi Baba…
Ne çok görüştük ne çok hasbihal ettik onunla. Her geçisinde bana “işte yine geldim koca çınarlar” der ve hemen peşinden Bursa’da yaptığı kahvaltının üzerine ilk cıgarasını benimle tüttürür her daim. Bütün sülalesini tanırım, koca yürekli Remzi Baba’nın. Bana selam getirir, bazen, Köstence’den, bazen Sofya’dan bazen de Prag’dan.
Remzi Usta yolun sağ sahanlığı bana yakın olduğundan sağa çektiğinde bana daha yakın olur. Bu nedenle diğer çınar arkadaşım hep kıskanmıştır
Etiketler: çınar, günce, pazar yazısı, yalova, Yaşam