Çoktandır bu konuyu irdelemek istiyordum.

Aslında bu konuyu irdelemeyi tamı tamına yirmi yıl öncesi düşünmüştüm. O zamanlarda yani 1990 lı yıllarda vakıfları, dernekleri, kooperatifleri,  cemiyetleri, kulüpleri, birlikleri gözlemlemiş ve “sivil toplum kuruluşları“nın ne kadar sivil olmadıkları sonucuna varmıştım. Bunca yıl bu yazıyı bekletmemin çok önemli bir gerekçesi vardı. O da, dur bakalım, muhtemelen yanılıyorumdur veya önümüzdeki yıllarda belki de değişirler düşüncesiydi.

Ama nerdeee!

Çoğu sivil toplum kuruluşları aslında faşizan yönetimler kadar katı, askeri/cunta yönetimleri kadar antidemokratiktir. Sivil toplum kuruluşlarındaki bu aksaklıklar, yarı resmi sivil toplum kuruluşları olan Odalar, Borsalar, Sendikalarda da mevcuttur. Önce minik bir tanım yaptıktan sonra, Sivil toplum kuruluşlarının başlıkta belirtmiş olduğum bu niteliğinin altında birçok sebep bulunmaktadır. Bunları birer birer sıralamak istiyorum.

Sivil Toplum Kuruluşları Non Governmental Organization (STK/ NGO:)

Sivil toplum kuruluşları, devlet otoritesi dışında olan, özel veya genel kamusal ihtiyaçların giderilmesi amacıyla kurulmuş, temel olarak kar amacı gütmeyen, tüzel kişiliğe sahip özerk ve demokratik (olduğu düşünülen) kuruluşlardır.

1. Sivil Toplum Kuruluşlarında Son Derece Güçlü Lider Sultası Bulunmaktadır:

Sivil toplum kuruluşları mutlak surette inisiyatif kullanan bir kişinin önderliğinde oluşturulur genellikle ve hemen hemen bu kuruluşlarda yönetimler, yönetim kurulu başkanlıkları istisnai bir şekilde (zar zor) değişir. Hatta öyle ki bu çarpık ve irrasyonel yapı en küçük apartman yönetimlerinde bile görülmektedir. Liderlerinse (gayrı resmi) kendi yönetim kurulları bulunmakta, hatta bazı sivil toplum kuruluşlarının yönetim kurulu üyeleri atanmış üyeler gibi, kolay kolay değişmemektedir.

Dışarıdan yapılacak olası katılım teklifinde bulunan kişilere birbirinden ilginç formaliteler dayatılarak hariçten gazel okumayı düşünenler büyük kastlarla karşılaşmaktadırlar.

Sivil toplum kuruluşları hele ki gelir (rant) dağıtan bir kuruluş ise, bu kurumların başkanlık ve ilgili kurullarına yeni girişler büyük savaşımları gerektirmektedir. Hatta çoğu sivil toplum kuruluşu dışarıdan üye bile almamakta, üye olabilmek için büyük aidatlar istenmektedir.

Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarına girmek Mason Localarına girmek kadar güçtür adeta. Dahası, sivil toplum kuruluşları (sözde) büyümeyi ve katılımcı ve paylaşımcı olmayı dileseler bile, özde korumacı (konservatif) politikalara sıkı sıkıya bağlı kalmakta, paylaşımcılık konusunda ise, liderin emir buyurduğu şekliyle bir paylaşımcılık içine girmektedirler.

Türkiye Cumhuriyeti’nde 39 yıl yaşamakta olan, yüzlerce belki de binlerce sivil toplum kuruluşlarını incelemiş biri olarak bu kuruluşların üyelik açılımları ve katılım kabulleri konusunda (gerçek demokrasi adına acınacak) halde olduklarına şahit olmuş birisiyim.

Şimdi bu yazıları okuyan sivil toplum kuruluşu kurul üyeleri ve başkanları benimle iletişim kurar ve “biz böyle bir sivil toplum kuruluşu değiliz diyemez” dahası demez bile. Çünkü en iyi sivil toplum kuruluşu, başkanın emrinden çıkmayan, yeni açılım ve tekliflere kapalı sivil toplum kuruluşudur.(!)

2. Sivil Toplum Kuruluşlarının Çoğu, Gerçek Anlamda Büyüme ve Açılım Politikaları İçinde Olmamıştır:

Büyüme ve açılım düşüncesi her zaman bu kuruluşlar için büyük bir risk oluşturmaktadır. Ne kendime ne de çevremde her hangi birine sivil toplum kuruluşları tarafından  katılım talebi olmamıştır. Bu bağlamda yeni üye ve açılımlar cüzzamlıyla kucaklaşmak kadar itici ve riskli bulunmuştur.

İçişleri Bakanlığının 2008 verilerine göre, Türkiye’de yüz kişide on kişi dernek üyesidir. Yani nüfusun yüzde onu ancak dernek üyesidir. Buna karşın, Danimarka’da her bir kişi yaklaşık olarak ortalama en az üç dereğe üyeliği bulunmaktadır. Bu istatistiki bilgiden de anlaşılacağı gibi, Türkiye’de sivil yönetimin ve demokrasinin göstergesi olan derneklerin kat etmesi gereken çok aşamalar bulunmaktadır.

3. Sivil toplum kuruluşlarının çoğu, kurumsal anlamda iletişim özürlüdür.

Sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin çoğu da iletişim ve koordinasyon konusunda özürlüdürler. Toplumla olan bağlantı kanalları son derece zayıf, var olan kanalların yapısı hatalı, bu kanallara yüklenen anlam ise son derece siliktir.

Sivil toplum kuruluşlarının çoğu, tabelalarını ve adreslerini saklı tutmak için neredeyse yarışmaktadırlar.

4. Sivil Toplum Kuruluşlarının Çoğunun Misyonu Kısırdır:

Sivil toplum kuruluşlarından derneklerin çoğu kıraathane hükmünde, vakıfların çoğunun misyonu/faaliyeti sınırlı ramazan günlerinde iftar vermekten ibaret, birliklerin çoğu, tanımlanmış tek amaçlarına kısır bir şekilde saplanmış önünü görür fakat ilerisini göremez niteliktedir. Kulüplerin çoğu, sezonluk çalışmakta, kulüp dışındaki kişilere karşı fiziksel ve psikolojik yüksek duvarlara sahiptirler.

5. Sivil Toplum Kuruluşlarının Çoğu Teknoloji Özürlüdür:

Çoğu sivil toplum kuruluşu parasızlık, ekonomik sıkıntı bahanesiyle teknolojiyi en geriden takip etmektedirler. Çoğu amatör internet siteleri bile devasa vakıflar ve derneklere göre teknolojiyi sonuna kadar kullanmaktadırlar. Hatta birçok sivil toplum kuruluşlarında iletişim cihazları bu kuruluşların tepe yöneticilerinin odasındadır ve çoğu zaman ihtiyaç olmasına rağmen atıl olarak tutulmaktadır.

6. Sivil Toplum Kuruluşlarının Çoğu Faaliyet Özürlüsüdürler:

Bu kuruluşlar yılda bir kaç kez faaliyet göstermekte, gösterdikleri faaliyetleri de dünyanın en büyük olayı olarak algılamaktadırlar. Her bir faaliyeti çoğu zaman çıkabilecek muhtemel sorunun veya riskin temel tetikleyicisi olarak görmektedirler.

Yukarıdan itibaren sıraladığımız bunca madde şu an için birer hipotezden ibarettir. Bu konuda yapılmış birebir bilimsel objektif bir araştırmaya henüz denk gelmedim. İlk fırsatta bu maddelerin her birini test edecek bir alan araştırması yapılmasının gerekliliği ortadadır. Bu hipotezleri toplumun içinde olan çoğu kişi ve siz okurlarım zaten takdir edeceksiniz.

Sonuç:

Sivil toplum kuruluşlarının, kendileri sivil olmadıkça demokratik hayatımıza tam bir katkı sağlaması mümkün değildir. Siyasal partilerin bir anlamda okulu olan sivil toplum kuruluşları, siyasal sisteme demokrasiyi sindirmiş mezunlar üretemeyecek, bu nedenle de siyasal partilerimiz de demokrasi tabanına oturamayacaktır. Bireyler sivil toplum kuruluşlarının genel, yönetim, denetim ve disiplin kurullarında sivil inisiyatifin işlerliğini öğrenemediğinden, doğrudan doğruya siyasal partilerde görev aldıklarında “hazımsız” “hoşgörüsüz” “hakça olmayan” icraatlarda bulunmaktadırlar.

Dile getirdiğim hususları, önyargılı ve skolastik bakışlı kişiler için sadece bir iddia ve/veya bir hipotez olarak görülse bile, toplumda izan sahibi sağ duyulu kişiler için gerçeğin fotoğrafı olarak değerlendirileceğini umuyorum.

Şu an için, kişisel öngörüm, sivil toplum kuruluşlarının çoğunun “sivil” olmadıkları yönündedir.

Yarın: Siyasal Partilerin Kendisi Ne Kadar Demokrat? sorusunu irdelemek üzere.

Esenlik dileklerimle.

Not:

Bu yazı, www.bilgiagi.netwww.timeturk.comwww.bilgievreni.comwww.haberanaliz.net www.siyasalforum.netwww.gunesgazetesi.net, www.kamudanhaber.com www.gercekgazete.web.tr, ile, Gerçek Gazete, Halkın Sesi, Balıkesir Demokrat, Güney Marmara Yaşam ve Fatsa Güneş gazetelerinde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz.

Paylaş

Etiketler: , , , ,